Çok eski zamanlarda saçları altın sarısı olan, gülünce yüzünde çiçekler açan güzel mi güzel bir kız çocuğu varmış. Annesi o doğduğundan beri saçını hiç kesmezmiş. Kız da saçlarına öyle güzel ba­karmış ki, her gün onları tarar, örermiş. Kız büyüyüp yetiştiğinde, güzel olduğu kadar masum ve iyi niyetli biri olmuş. Annesi onun kadar iyi biri değilmiş. Zaten kızın annesi olarak bildiği kişi üvey annesiymiş. Onu çok küçükken ailesinden zorla almış. Kızcağıza da yıllarca mahkum hayatı yaşatmış.

Evinin her yanını büyük büyük duvarlarla örmüş, kapıları kilitlemiş. Kızın dışarı çıkmasını da yasaklamış. Kadın da bir yere gideceği zaman kızın uzun örgülü saçlarını pencereden dışarı sarkıtırmış.



Geldiği zaman da: — Rapanzuel, Rapanzuel saçlarını sarkıt, diye bağırırmış. Kadının sesini duyan Rapanzuel de saçlarını sarkıtır, onu yukarı çekermiş. Böylece günler geçip gidiyormuş. Kız, üvey annesinden başka kimseyi görmüyormuş. Dışarıdaki hayata dair hiçbir bir bilgisi yokmuş. Bir gün üvey annesi gittiği geziden eve dönerken yine pencerenin önünde durmuş ve: — Rapanzuel! Rapanzuel! Saçlarını sarkıtıver. . . diye kıza seslenmiş.



Genç kız da her zamanki gibi saçlarını sarkıtmış. Üvey annesi de bu güzel, uzun saçlara tutunarak yukarı tırmanmış. Bu sırada oradan geçen ülkenin yakışıklı Prens'i bunu görmüş. Bu kadar güzel saçları olan bu genç bayana karşı içinde bir merak uyanmış. 'Acaba bu kız kim?" diye düşünmüş.



Genç kız da her zamanki gibi saçlarını sarkıtmış. Üvey annesi de bu güzel, uzun saçlara tutunarak yukarı tırmanmış. Bu sırada oradan geçen ülkenin yakışıklı Prens'i bunu görmüş. Bu kadar güzel saçları olan bu genç bayana karşı içinde bir merak uyanmış. 'Acaba bu kız kim?" diye düşünmüş.



Genç kız delikanlıyı görünce çok şaşırmış. Ne diyeceğini bilememiş. Prens, kızın önünde eğilerek onun elini öpmüş ve: — Aman Tanrım! Ne kadar güzelsiniz! demiş.



Genç kız delikanlıyı görünce çok şaşırmış. Ne diyeceğini bilememiş. Prens, kızın önünde eğilerek onun elini öpmüş ve: — Aman Tanrım! Ne kadar güzelsiniz! demiş.



Genç kız delikanlıyı görünce çok şaşırmış. Ne diyeceğini bilememiş. Prens, kızın önünde eğilerek onun elini öpmüş ve: — Aman Tanrım! Ne kadar güzelsiniz! demiş.



Genç kız delikanlıyı görünce çok şaşırmış. Ne diyeceğini bilememiş. Prens, kızın önünde eğilerek onun elini öpmüş ve: — Aman Tanrım! Ne kadar güzelsiniz! demiş.



Bu arada Rapanzuel ile Genç Prens de görüşmeye devam ediyorlarmış. Kız delikanlının yanındayken yaşadığı bütün olumsuzlukları unutuyormuş. Bir gün yine kadın çarşıdan eve dönerken kuleye tırmanmak için kızın saçlarını kullanmış.



Kadın odaya girdiğinde Rapanzuel istemeden o büyük sırrını ağzından kaçırmış: — Anne, sen ne kadar ağırsın. Hâlbuki Prens öyle hafif ki, demiş. Kadın hemen öfkeli bir şekilde kıza bağırmaya başlamış: — Prens mi? Ne Prensi? Demek ben yokken eve yabancıları alıyorsun ha! Şimdi anlaşıldı, diyerek kıza bağırmaya başlamış. Kız ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmış. Annesine açıklama yapmaya kalktıysa da kadın onu dinlememiş. Makası alarak kızın o güzelim saçlarını bir seferde kesmiş.



Kız buna saatlerce ağlamış. Ama elinden bir şey gelmemiş. Bunlar yetmezmiş gibi kızı götürüp karanlık, soğuk ve pis bir odaya hapsetmiş. • Genç Prensin ise yaşananlardan haberi yokmuş. Ertesi gün yine pencerenin önüne geçip kıza: Meleğim. o güzel saçlarını sarkıtıver! diye seslenmiş.



Kadın da delikanlının gelmesini bekliyormuş. Hain planını gerçekleştirmek için kızın saçlarını sarkıtmış. Prens de saçlardan tutunup yukarıya tırmanmaya başlamış. Tam pencereden içeri girecek­ken kadın saçı bırakmış. Zavallı Prens büyük bir hızla düşmeye başlamış. Prens, o kadar yüksekten yüzükoyun düşünce yerdeki dikenler gözüne batmış. Genç delikanlı göremez olmuş. Olayı öğrenen ülke halkı çok üzülmüş. Prens ise Rapanzuel'i kaybettiği için çok mutsuzmuş. Bu yüzden kendi acısının bile farkında değilmiş.



Kral da oğlunun bu durumuna bir çare bulmak için ünlü bir doktor bulmuş. Doktor kendisinin hazırladığı özel bir ilaçla Prens'in gözlerini açmış. Sonra da ona sihirli bir yüzük vermiş ve: — Bu yüzük sizi sevgiliniz Rapanzuel'e götürecek, demiş. Prens buna çok sevinmiş. Yüzüğü parmağına takarak: — Bana sevgilim Rapanzuel'i bul, demiş ve kendini bir ormanda bulmuş. Burada karşısına oldukça büyük ve çirkin bir ejderha çıkmış. Ejderha sivri tırnakları ve upuzun diliyle Prens'in üzerine doğru yürümeye başlamış.

" Prens de kılıcını çekip ejderhanın ba­şını gövdesinden ayırmış. Bu arada birden ejderhanın, Rapanzuel'in üvey annesine dönüştüğünü görmüş. Meğer kadın bir cadıymış. Prens ondan kurtulduğu için çok sevinmiş. Sihirli yüzüğü havaya kaldırarak:



— Hadi artık beni sevgilimin yanına götür, demiş. Bu seferde kendini bir odanın kapısının önünde bulmuş. Kapı kilitliymiş. Genç Prens kapıdaki kilitleri kırıp Rapanzuel'i kurtarmış. Kız, genç prensi karşında görünce sevinip onun boynuna atılmış. İki sevgili birbirlerine sarılarak sarayın yolunu tutmuşlar. Prens Rapanzuel'i ailesiyle tanıştırmış. Kral ve Kraliçe'de genç kızı çok sevmişler. Onunda iki gence kırk gün kırk gece süren ve tüm ülkenin halkının davetli olduğu bir düğün yapmışlar.



Gençlerin bu mutluluklar da bu ömür sürmüş.