Evvel zaman içinde bir ülkede fakir bir hamal yaşarmış. Hamalın işleri son zamanlarda iyice kötüye gitmeye başlamış. Sonunda ailesini geçindiremez hale gelmiş.



Bir gün karısını ve oğlunu karşısına alıp: — Ben çok uzaklara gidip iş arayacağım. Başka çarem kalmadı, demiş. Hamalın bu sözlerine ailesi çok üzülmüş. Ama yapacak bir şeyleri de yokmuş. Ertesi sabah hamal erkenden kalkıp yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş. Yorulmak, acıkmak nedir bilmeden yürüyormuş. Yolda giderken aksakallı bir dervişle karşılaşmış. Adamın hali dervişin dikkatini çekmiş.



Derviş: — Söyle bakalım yolcu. Nerden gelir, nereye gidersin? demiş. Dervişin ilgisi hamalın çok hoşuna gitmiş. Ona neden yollara düştüğünü anlatmış. Derviş ona yardım etmek istemiş ve: — Al bu kamçıyı, şu yola tut. Sağa sola dönmeden dümdüz git. Karşına bir tepe çıkacak. O tepeyi de yürü. Ağaçların arkasına gizlenmiş bir köşk göreceksin. O köşke gir. Odanın birinde çok güzel bir kızı uyuyor bulacaksın. Bu kamçıyı ona vur ve uyandır. O sana: "Vurma ne istersen al diyecektir. " Sen de ondan karatavuğu iste. Başka bir şey teklif ederse sakın alma. Karatavuğu almadan oradan sakın çıkma.



Dervişin sözleri hamalın kafasını karıştırmış ama kamçıyı alıp yürümeye başlamış. Sonunda dervişin dediği köşkü görmüş. İçeriye girdiğinde gözlerine inanamamış. Etrafı birbirinden değerli eşyalarla doluymuş. Her taraf som altınmış.



Odalarda dolaşırken birden uyuyan kızı bulmuş. Kız öylesine güzel, öylesine masum duruyormuş ki ona kamçıyla vurmaya tereddüt etmiş. Ama bir türlü kıyamıyormuş. Sonunda yapacak bir şey olmadığını anlayınca kamçıyı kaldırıp hızla kıza vurmuş. Kız acı içinde bağırıp: — Lütfen yapma. Sana ne istersen veririm, demiş. Hamal: — Karatavuğu istiyorum, demiş. — Ne yapacaksın karatavuğu. Bak etrafına, her yer birbirinden değerli eşyalarla dolu. İstediğini al götür, demiş.



Hamal dervişin sözünü hatırlayarak: — Hayır, ben karatavuğu istiyorum, diye ısrar edince kız da dayanamayıp karatavuğu hamala vermiş. Adam tavuğu alarak evinin yoluna düşmüş. Yolda giderken de: "Bu tavuk en azından bir günlük yiyeceğimiz olur" diye düşünmüş. Ertesi sabah karatavuk yumurtlamış. Hamal da yumurtayı alıp pazara gitmiş. Elinde bir tek yumurtayla bağırmaya başlamış: — Yumurta! Yumurta isteyen yok mu? Hamal bağırdıkça etrafı kalabalıklaşmaya başlamış. Herkes adamın elindeki tek yumurtaya bakıyormuş.



Sonunda kalabalıktan çıkan bir keşiş, nefes nefese hamala yaklaşıp: — Ben istiyorum bu yumurtayı. Söyle bakalım ne kadar ödeyeceğim? Hamal keşişin bu tavrından yumurtanın kıymetli olduğunu anlamış. Tam hamal bir lira isteyecekken keşiş dayanamayıp: — On lira veriyorum, iyi mi? demiş. Hamalın gözleri birden açılmış. Bu yumurtanın o kadar para ettiğine inanamıyormuş. Tam kabul edip yumurtayı adama verecekken.



Keşiş: — Tamam! Tamam! Sıkı pazarlık ediyorsun. Yüz lira olsun. Ama daha fazla veremem, demiş. Hamal bir liraya razıyken yüz lira kazanmış. Hemen yumurtayı keşişe satmış.



Kazandığı parayla yiyecek alıp evine geri dönmüş. Karısına olanları anlatmış. Tavuğun yumurtasının neden bu kadar kıymetli olduğunu ikisi de anlamıyormuş. Belki de düşündükleri gibi tavuk büyülü olabilirmiş. Ne olursa olsun onlar bu gece çok mutiularmıs. Çünkü uzun zaman sonra ilk defa karınları tam tok yatmışlar ve rahat bir uyku uyumuşlar. Hamal ertesi sabah tekrar karatavuğun yumurtasını alıp pazara gitmiş. Keşişi pazaryerinde onu beklerken bulmuş. Keşiş yine yüz lira verip yumurtayı satın almış.



Hamala: — Bu yumurtaları her sabah ben alacağım. Her yumurta için sana yüz lira vereceğim. Sakın başkasına bunları satma tamam mı? demiş. O günden sonra her sabah erkenden kalkıp yumurtayı keşişe satmış. Her gün aldığı yüz lirayla kısa zamanda zengin olmuş. Önce evini değiştirip, daha sıcak, daha güzel bir ev tutmuş. Artık ailesine bakabildiği için çok mutluymuş. Bir gün karısına: — Ben yolculuğa çıkacağım. Benim yerime her sabah yumurtayı alıp pazardaki keşişe sat, demiş.



Hamal artık çok zengin olduğu için kısa bir tatile çıkmak istemiş. Ama o zamanlar yolculuklar at üzerinde yapıldığı için, kısa bir tatil en az bir ay sürermiş. Hamalın karısı da yumurtayı alıp onun dediği gibi pazara gitmiş. Keşişi bulup yüz liraya yumurtayı satmış. Ama bir süre sonra keşiş pazara oğlunu yollamaya başlamış. Oğlu da ilk günler babasının verdiği gibi yüz lirayla yumurtayı satın almış. Fakat sonra bir yumurta için yüz liranın fazla olduğunu düşünmüş. Pazara gittiğinde hamalın karısına: — Eğer bir liraya satarsan alırım. Yoksa almam, demiş. Kadın da çaresiz kabul etmiş. Bir süre böyle gitmiş. Kadın artık karınlarını doyuracak kadar para kazanamıyormuş.



Bir gün keşişin oğluna: — Evladım! Biz artık karatavuğu kesmeye karar verdik. Yemek alacak paramız kalmadı, demiş. Keşişin oğlu da babasının yanına gidip olanları anlatmış.



Bir gün keşişin oğluna: — Evladım! Biz artık karatavuğu kesmeye karar verdik. Yemek alacak paramız kalmadı, demiş. Keşişin oğlu da babasının yanına gidip olanları anlatmış.



Babası ona: — O tavuk büyülü. Onlardan yüz liraya aldığım yumurtayı, krala tam on katına satıyorum. Böylece çok zengin oldum. Eğer tavuğu keserlerse onun etini de satın al. Bunu krala satarsak ülkenin en zengin ailelerinden biri oluruz, demiş. Keşişin oğlu da babasının sözünü dinlemiş. Ertesi sabah pazara gidip, hamalın karısına tavuğun eti için büyük paralar teklif etmiş. Kadın da akşam eve gittiğinde bunu oğluna anlatmış. Kesileceğini anlayan karatavuk hamalın oğluna: — Beni kesip satın. Fakat ciğerimi mutlaka sen ye! Sakın onu satma, demiş.



O akşam tavuk kesilmiş. Çocuk annesine fark ettirmeden tavuğun ciğerini almış. Onu kızartıp yemiş. Kadın da karatavuğun etini alıp pazara götürmüş. Eti, keşişin oğluna çok yüksek fiyatla satmış. Keşiş de eti krala satmış. Kral karatavuğun etini pişirip yemiş. Ancak o gece çok rahatsızlanmış. Hemen uyumaya gitmiş. Fakat ertesi sabah kalka-mamış. Hizmetçileri krala ne olduğunu anlayabilmek için odasına gittiklerinde onu yatağında ölü bulmuşlar. Kralın ölümü hemen ülke halkına duyurulmuş. Haberi alanlar çok üzülmüşler. Birkaç gün süren yastan sonra yeni kralın seçileceği gün gelmiş.



O ülkede, farklı bir gelenek varmış. Bir meydanda seçilebilecek kişiler toplanırmış. Bir kuş havaya bırakılır, kuş kimin kafasına konara Kral o seçilirmiş. Bu seçim yönetimi aslında çok saçmaymış. Halk, böyle bir seçimle yönetilmek istemiyormuş. Fakat bunu söyleyemiyorlarmış.



Sonunda yeni kralın seçileceği gün herkes meydanda toplanmış. Sarayın ileri gelenlerinden biri kuşu havaya bırakmış. Bu arada meydandakiler kuşun ilgisini çekebilmek için başlarına buğaay ve yem koymuşlar.



Kuş bir süre uçtuktan sonra seçkin insanların olduğu yerden ayrılıp halkın beklediği yere gitmiş. Meydanda duran hamalın oğlunun başına konmuş. Herkes halktan birinin Kral olamayacağını söylemiş. Bu yüzden kuşu alıp tekrar uçurmuşlar. Kuş bir süre havada uçtuktan sonra tekrar hamalın oğlunun başına konmuş. Herkes bu duruma çok şaşırmış. Bu işte bir keramet olduğunu düşünmüşler. Bu yüzden hamalın oğlunu Kral yapmışlar. Günler geçip de hamal evine dönünce olanlara şaşırmış. O da saraya yerleşmiş. Hamalın oğlu da ülkeyi çok iyi yonetiyormus. Hatta ilk iş olarak artık kralların seçimle iş başına gelmesini sağlamış.