Çam Ağacı
Uçsuz bucaksız ormanın tam ortasında minicik, şirin bir çam ağacı vardı.
Yakınında fazla ağaç olmadığından, bol güneş ve temiz hava alarak günden güne gelişip güzelleşiyordu. Ama bunu yeterli bulmuyor ve şöyle diyordu: — Ben de öteki ağaçlar gibi gelişecek miyim? diye mırıldanıyordu. Onlar kadar büyük olacak, dallarımı uzatıp, kuşların yuva yapmasına izin verebilecek miyim? İnsanların gölgemde serinlemesini görebilecek miyim? Çam ağacı geleceğini merak ederken, oduncuların kestikleri ağaçlarla uzaklaştıklarını görmüştü.
Bir gün, yanına bir kırlangıç sokuldu. Çam Ağacı kırlangıca: İnsanlar ağaçları kesince ne yapıyorlar? diye sordu. — Bilmiyorum. Bizler çok yüksekten uçarız. Bu yüzden yeryüzünde neler olup bittiği pek göremeyiz. Sen en iyisi leylek kardeşe sor. O daha alçaktan uçtuğu için oduncuların gittiği yeri görebilir, dedi.
Çam ağacı leyleklerin gelmesini dört gözle bekledi. Bir gün ormana bir leylek geldi. Çam ağacı aynı soruyu ona da sordu.
Leylek, uzun gagasını takırdattı. Biraz düşündü. Sonra bilgiç bir tavırla: Kesilen ağaçları, nereye götürdüklerini biliyorum. Göç ederken, deniz üzerinde o ağaçlardan yapılmış, uzun yelken direkleri görmüştüm. Renkleri altın sarısı gibiydi. Çok güzel görünüyorlardı, dedi.
Minik çam, çok heyecanlandı. — Ben de yelken direği olacak kadar büyüdüm mü? diye sordu. Ancak leylek çoktan havalanmıştı. Çam ağacı, gökyüzünde kanat çırpan leyleği uzun uzun seyretti. O sırada bir ıslık sesi duydu. Bu, dalların arasından geçmekte olan rüzgârdı. Çam ağacının sözlerini duymuş ve: Sen daha çok gençsin. Gençliğinin tadını çıkarmaya bak. Kimseye de özenme! diye seslendi.
Yılbaşı yaklaşmış, ormana lapa lapa kar yağmaya başlamıştı. Bu arada ormana oduncular geldi. Bu sefer, küçük çam ağaçlarını kesip götürdüler.
Çam ağacı, genç kardeşlerinin nereye götürüldüğünü merak ediyordu. Üstelik oduncular, onların dallarını gövdelerinden ayırmamışlardı. Çam ağacının merak dolu bakışları, serçelerin dikkatini çekti. İçlerinden biri: — Biz o ağaçların nereye gittiğini biliyoruz, dedi. Şehirdeki evlerin pencerelerinden gördük. Yılbaşı gelince çam ağaçlarını süsleyip dallarına çeşitli armağanlar asıyorlar; dediğinde çam ağacı çok heyecanlanmıştı.
— Süslenmek çok güzel bir duygu olmalı, dedi. Acaba bir dahaki yılbaşına beni de kesip götürürler mi? Dallarımın süslenip armağanlarla donatılması beni de çok mutlu eder, dedi. Rüzgâr, çam ağacının arasında bir iki dolaşıp dedi ki: dalları — Sen çok yanlış düşünüyorsun. Mutluluğu özgürlükte aramalısın. Süslenorek mutlu olamazsın.
Ertesi yıl minik çam ağacı büyüyüp, gelişti. Sık ve uzun dalları, parlak ve sivri yapraklarla süslendi. Yoldan geçenler birbirlerine çam ağacını göstererek: — Ne kadar güzel bir çam ağacı, diyorlardı.
Aradan günler, aylar geçti. Bir gün ormana oduncular geldi ve hemen çam ağacını fark ettiler. İlk önce onu kestiler.
Çam ağacı çok büyük bir acı ile devrildi. Artık, içinde yaşadığı ormanı rengârenk çiçekleri, yeşillikleri, cıvıldaşan kuşları, hiç birini göremeyecekti. Oduncular birkaç çam ağacı daha kesip arabaya yüklediler. Kente doğru yola koyuldular.
Yolculuk, kentteki bir çiçekçiye kadar sürdü. Boy boy çam ağaçlarını duvarın kenarına dizdiler.
Daha sonra, buraya gelen zengin bir adam, oğluna çam ağacını gösterdi: — Şu çama bak! Ne kadar güzel! Onu alalım mı? diye sordu. Çocuk sevinerek hemen kabul etti. Böylece çam ağacı, zengin adama satıldı. Arabaya yerleştirilen çam ağacı bahçe içindeki beyaz boyalı evin salonuna götürüldü.
Çam ağacını, içi kum dolu büyük bir saksıya yerleştirdiler. Dallarını parlak kâğıtlarla renk renk yaldızlı toplarla ve mumlarla süslediler.
Evin çocukları, çam ağacını hayranlıkla seyrediyorlardı. Hepsi çok mutluydu. Çam ağacı, çocukların konuşmalarından bu gecenin yılbaşı gecesi olduğunu anlamıştı. Kendisi hiç mutlu değildi. Saksıdaki kumun içine kök salamayacağını biliyordu. Dallarındaki mumlar da canını acıtıyordu. Akşam olunca ev sahipleri, yeni yıl armağanlarını çam ağacının altına koydular. O gece herkes çok eğlendi. Çam ağacı büyük bir mutsuzluk içindeydi. Çocuklar, çam ağacının dibindeki armağanları kapışırken birkaç dalını da kırdılar.
Eğlence sabaha karşı bitmişti. Herkes yatmaya gitti. Öğleden sonra evin hizmetçileri çam ağacını salondan dışarı çıkardılar. Onu havasız bir yere bırakıp döndüler.
Çam ağacı, buranın tavan arası olduğunu anlamıştı. Çünkü etrafı eski eşyalarla doluydu. Her taraf toz içindeydi. Boğulacak gibi oldu ve yanıldığını anladı. Üzüntüsünden ağlamaklı oldu. Kendi kendine. "Belki de beni ilkbahara kadar burada bekletecek. Sonra da ormana götürüp dikecekler." diye umutlandı. "Bunu nasıl düşünemedim. En iyisi sabırla ilkbaharı bekleyeyim. Ormanı, çiçekleri, kuşları da çok özledim." diye düşündü. Bir sabah hizmetçiler, tavan arasını temizlemeye geldiler.
Sandıkları daha karanlık köşelere atıp, artık eski eşyaları bir araya topladılar. Çam ağacını yattığı yerden kaldırdılar. Eskisi gibi özen göstermiyorlardı ona.
Çam ağacı: "Dallarımı kıracaklar." diye düşündü. "Dallarım kırılırsa, ormandaki dostlarımın yüzüne nasıl bakarım? Rüzgâr, kırık dallarımın arasında ıslık çalamaz o zaman." dedi. Çam ağacı, kendi kendine söylenirken, onu alıp evin avlusuna atmışlardı. Hem de birçok kırık dökük eşya ile birlikte. . . İlkbaharın gelmesiyle birlikte havalar da iyiden iyiye ısınmaya başladı. Çam ağacı, pırıl pırıl güneş ve tertemiz hava ile kendine gelir gibi oldu.
Çevrede rengarenk çiçekler, rüzgârda nazlı nazlı sallanan yeşil yapraklar, havada uçan kırlangıçlar, yuvalarında takırdayan leyleklerin görünümü o kadar güzeldi ki!... Çam ağacı, hüzünlendi. İçi acıyla doldu. Sevgili ormanını, oradaki günlerini anımsadı. Yerinden kıpırdamak, gerinmek istedi. Ama başaramadı. Çünkü yaprakları ve dalları tamamen kurumuş, sararmıştı. Birden, çevrede oynayan çocukların sesiyle irkildi. — Bakın, bakın! diye bağırıyordu, çocuklardan birisi.
—Şu çam ağacının üzerindeki yıldıza bakın. Gelin onu alıp oynayalım, dedi. Çocuklar koşup yıldızı aldılar. Çam ağacı, çocukların ayakları altında ezilen dallarının çatırtısını işitti ve acıyla irkildi. Artık her şeyi anlamıştı. "Sonum geldi" diye umutsuzca iç çekti. Ormana ve dostlarına hiçbir zaman kavuşamayacağını anlamıştı. Az sonra bir adam geldi. İyice kurumuş olan çam ağacını balta ile parçalayıp odunluğa taşıdı.
Artık çam ağacı yakılmaya hazırdı. O gün mutfakta yakılacak, geriye de sadece külleri kalacaktı.
Çam ağacı, sonunu düşünürken ormanın içlerinden rüzgâr fısıltıyla eserek: Mutluluğu kendinizde, kendi özgürlüğünüzde arayın. Başkalarına özenmeyin, dedi ve esti gitti.