Bir zamanlar çok uzak diyarlarda mutlu insanlar yaşarmış. Yemyeşil ormanları, verimli toprakları olan bu ülkedeki insanların yüzleri hep gülermiş. Ülkenin çok iyi kalpli, herkes tarafından sevilip sayılan bir de kralı varmış.



Bu tatlı yaşam bir süre böyle devam etmiş. Kralın en büyük yardımcısı olan kraliçe bir gün hastalanmış. Bir müddet sonra da kral karısını kaybetmiş. Karısının ölümüne çok üzülen kral, üzüntüsünü giderebilmek için bütün sevgisini kızına vermiş. Onunla teselli bulmaya çalışmış.



Zaman geçmiş. Günler günleri kovalamış. Küçük prenses büyümeye başlamış. Çok güzel, aynı zamanda da çok iyi kalpli bir genç kız olmuş. Babası bir gün genç prensesi karşısına almış: — Bak yavrum, demiş. Annenin yokluğunu her ikimiz de çekiyoruz. Bundan böyle komşu ülkenin kraliçesi benimle evlenmek istiyor. Onunla evlenip ülkelerimizi birleştireceğiz, diyerek onun da gönlünü almış. Prenses de: — Babacığım, sen bilirsin, diyerek cevap vermiş.



Aradan çok geçmeden iki ülkenin kralı ve kraliçesi yapılan ihtişamlı bir düğünle evlenmişler. Önce kralın sarayına taşınan yeni kraliçe, kralın sevimli ve güzel kızını görünce kıskanmış. Ona üvey annelik yapmaya başlamış. Bir gün kral başka bir ülkeye geziye çıkmış. O zaman kraliçe boş durmamış. Hemen kendi ülkesindeki ihtiyar cadıya koşmuş. Giderken de bir kese altın götürmeyi ihmal etmemiş. Ona: — Ne yapıp edeceksin, bu üvey kızı büyüleyip, ormandaki kulübene alacaksın! demiş.



Büyücü de: — Kraliçem sen hiç merak etmel Ben onu çok kısa zamanda kaçırır, yanıma alırım. Ancak sen onunla bu ormana bir gezintiye çık, demiş. Kraliçe durur mu? Hemen ertesi günü prensesi yanına alarak, ormana gezintiye çıkmışlar.



Güzel prenses, ormanın içindeki çiçekleri toplamaya başlamış. Prenses onları toplaya toplaya, cadının kulübesinin önüne kadar gelmiş. Bahçe kapısının önünde güneşlenen cadı, prensesin geldiğini görünce hemen kılık değiştirmiş. Çok sevimli bir kadın olmuş. Prensese: — Gel güzel kızım. Benim bahçemde de güzel çiçeklerim var, sana onlardan verebilirim, demiş. Prenses daha güzel çiçekler bulabilmek ümidiyle cadının bahçesine girmiş.



İşte o zaman cadı, bahçe kapısına: — Kapan! diye emir vermiş. Bir anda bahçe kapısı kapanmış. Cadının yüksek duvarları olan bahçesinin içinde kalan prenses korkmuş. Geldiğine pişman olmuş. Ama artık buradan kurtulamayacağını anlamış. Kral babası, komşu ülke ziyaretinden dönmüş. İlk işi güzel kızını sormak olmuş. Ancak üvey anne yalancı bir gözyaşı ile: — Kızımızı ormanda kaybettik! Çok aradık ama bulamadık, demiş. Kralı büyük bir üzüntü sarmış. Kızının yokluğuna dayanamayan kral da çok geçmeden ölmüş.



Aradan yıllar geçmiş. Güzel prenses cadının bahçesinden hiçbir yere çıkamaz olmuş. Bütün yaşantısı da burada geçiyormuş. Ancak prensese yalnızlığını, yanına gelen kuşlar unutturuyormuş. Bahçedeki ağaçlara konan çeşit çeşit kuşlar, güzel prensese şarkılar söyleyerek onu eğlendiriyorlarmış. Bu ormana bir gün genç bir avcı gelmiş. Maksadı avlanmak değil, ormanın güzelliklerini görmekmiş. Bu genç gezerek, ormanın içlerine kadar ilerlemiş. Tam geri dönecekken ağaç kütüğü gibi bir adamla karşılaşmış. Bu ağaçtan adamın ayakları ve kolları ağaç dallarına benziyormuş.

Genç korku ile irkilmiş. Yaratık adam dile gelip, konuşmuş: — Korkma genç adam! Benden sana zarar gelmez. Ben, orman ciniyim. Ormanda dolaşır, darda kalanlara yardım ederim, demiş. Genç: — Ama ben darda değilim ki! Cin yeniden konuşmaya başlamış: — Sen darda değilsin ama senin ülkenin kayıp olan güzel prensesi darda. Onu ancak senin gibi iyi yürekli birisi kurtarabilir. Onu kurtarabilmen için ben sana yardımcı olacağım, demiş.



Genç yine meraklanmış. Orman cini bütün olup biteni ona anlatmış. Böylece aralarında bir sevgi bağı olmuş. Cin: — Bu cadının elinden güzel prensesi ancak, senin gibi yiğit bir delikanlı kurtarabilir, demiş. Genç tanımadığı birisi tarafından beğenilmesine çok memnun olmuş. Cin: — Öncelikle sana bu sihirli yüzüğü veriyorum. Bu yüzüğü her zaman kullanma. Onu zamanlı zamansız yardıma çağırırsan sihri bozulur. Sözünü tutmaz. Ama gerektiğinde çağırırsan hemen yardımına koşar demiş. Ayrıca gence tırmanabilmesi için bir merdiven ve uzunca bir ip vermiş.



Sonra da şunları sözlerine eklemiş: — Cadı ile karşılaştığında sakın onun gözlerinin içine bakma. Yoksa cesaretin kırılır. O seni esir alır. O ne derse desin onu şu kılıçla ikiye böl. Böylece kötülükler dünyası, bu ihtiyar cadıdan kurtulmuş olur, demiş. İhtiyar orman cini, bunları söyledikten sonra bir anda ortadan yok olmuş. Genç adam elindeki yüzüğü parmağına takmış. Merdiveni bahçenin duvarına dayamış. Sonra da tepeye kadar tırmanmış. Ancak o bahçeye atlayacağı sırada bahçe duvarındaki otlar, sarmaşıklar, çiçekler dile gelmişler.



— Anne! Anne! Cadı anne! diye bağırmaya başlamışlar. Onların çağırmasına cadı kulübeden çıkıp sesin geldiği yere yönelmiş. Bakmış ki karşısında bir genç var. Ona: — Gel delikanlıl Bahçem çok güzel. Seni de burada misafir edebilirim. Çekinme, gel! diye seslenmiş. Genç de tutunduğu iple bahçeye atlamış. Ama cadının gözlerine bakmadan onun üzerine yürümüş. Bu arada cadı ile genç arasına giren bir ot dalı, gencin ayağına takılmış. O yere düşmüş.



Cadı: — İşte şimdi seni yakaladım! Hem de canım ne zamandan beri lezzetli bir insan eti istiyordu, diye bağırmış. Seni şimdi tutup, fırınımda kızartma yapacağımı Böylece bir cadının bahçesine girmenin cezasını çekmiş olacaksın, demiş.



Genç adam yakalanacağını anlayınca, parmağındakl yüzüğü üç kere ovalamış. O zaman birdenbire yüzüğün sihrine kapılıp görünmez olmuş. Cadı: — Şimdi buradaydın! Nereye kayboldun? Nereye gidersen git, seni bulup kızartacağım, diye gülmesine devam etmiş. Genç cadıyı gördüğü halde, cadı onu goremiyormuş. Derken bir fırsatını bulup cadıya saldıran genç, onu kılıcı ile ikiye bölmüş.



Bu arada kulübede uyumakta olan prenses uyanmış. Bahçeye çıktığında cadıyı kanlar içinde görünce korkup, bayılmış. Genç adam su getirip, onu ayıltmış. Sonunda da parmağındaki yüzüğü çıkarmış. Yüzüğü çıkarınca onun da görünürlüğü ortaya çıkmış. Prenses böyle yakışıklı birisinin gelip kendisini cadının elinden kurtarmasına çok sevinmiş. Ne olur buradan çabucak uzaklaşalım. Babam kraldır. Onun ülkesine gidelim, demiş.



Genç de: — Ben de senin dikendenim. Bir çobanın oğluyum. Ancak sana üzüleceğin bir haber vermek zorundayım. Baban yıllar önce sen kaybolduğun zaman üzüntüsünden öldü. Ülkemizi şimdi üvey annen olan kötü kalpli kraliçe yönetiyor, demiş. Yine de iki genç büyük bir ümitle ülkelerine dönmüşler. Kraliçenin huzuruna çıkmışlar: — Sayın kraliçem! demiş prenses. Ben senin yıllar önce ormanda kaybettiğin kızınım. Şimdi bu genç beni ormanda bulup, getirdi.



Saraydaki rahat yaşama alışan kraliçe üvey kızı olan prensesi görünce: — OlamazI Ben seni tanımıyorum. Benim bildiğim prenses yıllar önce ölmüş olmalı, diye bağırmış.



Kraliçenin neşesi kaçmış. Sinirden sesi bar bar çıkıyormuş: — Askerler! Çabuk bu iki yalancıyı tutuklayıp, kuledeki zindanlara atın! Yarın da onları idam edin! diye emir vermiş.



Askerler prenses ile genç adamı tutuklayıp acele zindana atmışlar. Karanlık zindanda bir köşeye oturan genç, ne yapacağını düşünürken aklına yine o sihirli yüzük gelmiş. Cebinden çıkardığı yüzüğü el yordamı ile parmağına geçirmiş. Onu üç kere ovmuş. O zaman yine görülmez olmuş.

Ertesi sabah askerler onları idam etmek için geldiklerinde genç adamı yerinde bulamamışlar. Çünkü genç görünmez olunca, onu kaçmış zannetmişler. Askerler telaşla oraya buraya koşup aramışlar. Gencin girdiği zindanın kapısını da açık bırakmışlar. Oradan çıkan genç adam doğruca prensesin yanına gitmiş. Bakmış ki prensesi idam etmeye götürüyorlar. Hemen onun eline sarılmış. Böylece sihir prensese de geçmiş. Prenses de görünmez olmuş. Gençler görünmez olunca bu zindanlardan kaçıp saraya gelmişler.



Kraliçe daha yenice yatağından kalkmış. Aynanın karşısına geçip süsleniyormuş. Aynaya baktığında arkasında prensesle genç adamı görmüş. Şaşkınlıktan ve korkudan düşüp bayılmış.



Prenses bu üvey anneyi aynı gün geldiği ülkeye geri göndermiş. Böylece halkta zevkine düşkün, kötü kalpli kraliçeden kurtulmuş. Bundan sonra genç adamla prenses evlenip mutlu olmuşlar. Beraberce bu uzak diyardaki mutlu insanlar ülkesini yönetmişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. . .