Bir varmış bir yokmuş memleketin birinde bir köylü yaşarmış. Köylünün güzel mi? güzel de bir karısı varmış. Ama epey bir zaman çocukları olmamış. Tam ümit kestikleri bir anda kadın hamile kalmış. Kadın sevinçli, adam sevinçli…



Köylü şükür etmiş Allah'a, çocuğunun erkek olması için dua etmiş ve karısına demiş ki:


— Müjdeler olsun sana! Ben senin gayet vefakar ve muradımıza uygun bir oğlan doğuracağını umuyorum. Ona en güzel ismi vereceğim, çeşit, çeşit öğretmenler tutacağım…


Kadın cevap vermiş:


— Be adam! Ne olacağını asla bilmediğin bir konuda seni gevezeliğe sevk eden nedir? Böyle boş konuşan kişi, başına yağ bal döken köylüye benzer!


Kocası merakla:


— Nasıl olmuş, anlat hele!


Kadın anlatmış:
 
— Eskilerden gelen bir öykü işte… Bir zengin tacir, semtindeki gariban bir köylüye her gün bal yağ gönderirmiş. Köylü ihtiyacı kadarını alır, afiyetle yer; artanı bir çömleğe koyarak evin bir köşesindeki direğe asarmış… Gel zaman git zaman bizim köylü bir gün elinde değneği, başucunda asılı çömleği; sırt üstü yatarken derin düşüncelere dalmış: "Yağ ve bal pahalı yiyecekler…


Bu çömlektekini bir altına satarım… O parayla on dişi keçi alırım, derken bunlar gebe kalır; her beş ayda bir defa yavrular. Çok geçmeden koca bir sürüm olur." Böyle kurgulamalar üzerinde epey kafa yoran köylü sürünün çoğalma devresiyle ilgili olarak bir kaç yılın hesabını yaptı, dört yüzü aşan muhteşem bir keçi sürüsü çıktı neticede. Artık iyice heyecanlanan köylü kendi kendine der ki:


"Bu sürüyü satar yüz sığır alırım, her dört keçiye bir boğa veya inek gelir herhalde. Eh, artık epey bir arazi ve tohum almanın da vakti gelmiş demektir. Çiftçiler çalıştırırım, boğaları ziraatta, saban işinde kullanırım; ineklerin sütlerini sağar, düvelerimden de yarar ederim. Bu gidişle beş yıl geçmeden müthiş bir servet elde ederim ziraat işinden…


Artık şahane lüks bir köşk yapmanın vakti gelmiştir; en güzel cinsinden cariyeler, en çalışkan ve vefakar cinsten köleler satın alırım. Asil mi asil, güzel mi güzel sıcak bir kadınla evlendim mi tamam demektir. Oğlum da asil olur, en güzel ismi koyarım ona. Biraz büyüsün, hemen eğitimi için harekete geçerim. Terbiye disiplin ister, olacak canım biraz sıkılık! Eğer bu disiplini kaldırabilirse ne güzel, yok işi cıvıtırsa değnekle şöyle vururum ona… "


Köylü böyle heyecanlı hayallerde elindeki değneği havaya kaldırınca direğe asılı çömlek kırılmış ve sermaye(!) şıpır, şıpır dökülmüş yüzüne!…


Kadın devam etmiş;


“Bu hikayeyi geleceği iyi mi kötü mü hiç bilmediğin bir konuda gereksiz laflar ettiğin için anlattım…”


Köylü hanımının anlattığı kıssadan hissesine düşeni almış. Kadın zamanı gelince sevimli bir oğlan doğurmuş, baba çok sevinmiş bu işe…


Bir kaç gün sonra kadın güzelce temizlenmek için hamama gitmeye niyetlenerek beyine demiş ki "Çocuğun yanında kal; ben yıkanıp geleceğim."


Kadın hamama gidince çocukla baba baş başa kalmışlar. Bu sırada hükümdardan gelen bir elçi tıklatmış kapıyı.


Köylü evden çıkarken, küçücük bir yavru iken alıp yetiştirdiği gelinciğe emanet etmiş çocuğunu. Gelincik akıllı mı akıllı bir hayvanmış.


Köylü evi kilitleyip çıktıktan kısa bir süre sonra taşlıkta bir karayılan çıkmış ortaya. Oğlancığa yaklaşmış ve son anda gelincik fark etmiş onu, üzerine atlayıp boğmuş. Yılan paramparça olmuş, gelinciğin ağzı burnu kan içinde kalmış… .


Sonra köylü dönmüş evine, kapıyı açıp içeri girince sevinçli bir eda ile ağzı burnu kan içinde yanına gelen gelinciği görmüş karşısında. O anki heyecan köylünün aklını başından almış. Hele, hele eline yüzüne bulaşmış kanları görünce iyice zıvanadan çıkan köylü ansızın değnekle vurmuş gelinciğin kafasına!


Ağırdan almamış, durumu incelememiş, birden saldırmış zavallı hayvancığa… Gelincik oracıkta can vermiş…


Köylü iç odalara bakınca çocuğu neşeli ve sağ salim bulmuş, yanı başında da paramparça bir karayılan!


Meseleyi anlamış, acele davranıp büyük bir hata yaptığı için çıldırasıya üzülmüş, başını duvarlara vurmuş… .


Diyormuş ki kendi kendine: "Ne olaydı da bu çocuk doğmasaydı! Ben de bu zalimliği yapmasaydım sevimli dostuma!"


O böyle dövünürken karısı girmiş içeriye ve merakla soruvermiş:


— Ne oldu, ne bu hal?


Köylü, gelinciğin vefakarlığını, kendisinin tehevvüre kapılarak hiç tahkik etmeden nasıl bir fecaat işlediğini ağlaya, ağlaya anlatmış.


Kadın:

— İşte! Acelenin meyvesi böyle acı olur! Ölçüp tartmadan davranan; istediğini hiç düşünmeden alelacele yapan pişman karın öyküsü bu olur demiş…